İncegazeteye abone olun, sektörel gelişmeleri kaçırmayın.
Gazete Abonelik Formu
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ayhan Özhasenekler Acil Tıbbı; Akıl, El ve Göz olarak tanımlıyor...
"Bilginiz iyi olmalı ki aklınızı hem doğru zamanda hem de hızlı kullanmalısınız. Elinizle dokunmalısınız ki, hem hastaya güven vermeli hem de olayın içinde olmalısınız. Gözünüzle de hastayı ilk görüşte ayırıcı tanıları aklınızdan geçirebilmelisiniz...
Kendinizden bahseder misiniz?
1976 yılında Kilis’te doğdum. 2001 yılında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Sivas Gemerek’te 20 aylık pratisyen hekimlik yaptıktan sonra, 2003- 2008 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Acil Tıp Uzmanlığı eğitimi aldım. Diyarbakır’da 3 yıl Acil Tıp Uzmanlığı sonrası, uzmanlık eğitimi aldığım yerde 2011 yılında Yardımcı Doçent, 2014 yılında Doçent oldum. 2014 Haziran ayından beri Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği'nde Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. Bulunduğum fakültede 3 yıl Eğitim Koordinatörler Kurulu'nda Dönem V Koordinatör Yardımcılığı ve Klinik Beceri Eğitim Kurul Koordinatörlüğü görevlerinde bulundum. Bu süre zarfında yöneticilerimizin de desteği ile fakültemizde Simülasyon Laboratuvarı'nın kurulmasında görev aldım. Halen Tıp Fakültemizin eğitimden sorumlu Dekan Yardımcılığı görevini yürütmekteyim.
Acil Tıp Uzmanı olana kadar nasıl bir eğitim hayatı geçirdiniz?
Sizin de bildiğiniz gibi tıp fakültesinde okumak hem öğrenci hem ailesi için zorlu bir süreç. Ailem bizleri, ‘yaptığımız işin hep en iyisini yapmak’ gerekliliği fikri ile yetiştirdi. Onlara minnet borçluyum. Bu sorumlulukla da okulumu uzatmadan bitirdim. Ayrıca her şeyde olduğu gibi bu fakültede okurken de; istekli, azimli ve disiplinli olmak gerek. Tıp fakültesinde okurken özellikle 3. sınıftan sonra boş vakitlerimin çoğunu okuduğum fakültenin acil servisinde geçirdim. Çok ilgimi çekiyordu. Heyecan, hareketlilik, takım çalışması çok keyifliydi. Tabi ki, o zaman bana bu heyecanı yaşatan ve şu an Türkiye’nin birçok tıp fakültesinde öğretim üyesi olan asistan abi ve ablalarımızın da hakkını teslim etmek gerekir. Okul bittikten sonra bir pratisyenlik sürecim oldu. Bana çok şey kattı. Şu anda öğrencilerime de mutlaka bir süre de olsa pratisyen hekimlik yapmalarını söylüyorum. Doğal bir süreç olan TUS telaşı sonrası, öğrencilikten gelen ilgi ve pratisyen hekimlik dönemimden edindiğim tecrübeyle de Acil Tıp Uzmanı olmaya karar verdim. 5 yıllık uzmanlık eğitimim süresince bölgede tek büyük üniversite olmanın verdiği avantajla çok sayıda ve çeşitte hasta görerek, aynı zamanda iyi bir eğitim alarak Acil Tıp Uzmanı oldum.
Ülkemizde acil servisler hangi durumlar için kullanılan birimlerdir?
Aslında bu sorunuzun cevabı, bizim için kabuk tutmuş fakat sürekli kanattığımız bir yara. Bu konuda söylenecek o kadar söz var ki, kongrelerimizde ayrıca oturumlar yapılıyor, Sağlık Bakanlığı'nın ilgili birimlerince de sürekli yönerge ve yönetmelikler yayımlanıyor. Aslında sorunuz ‘‘Acil servisler hangi durumlarda
kullanılmamalı?’’ olsaydı, cevabım netti: Bugünkü kullanıldığı gibi derdim. Aslında acil servisler, ani ve beklenmedik zamanda gelişen ve hayatı tehdit eden kalp krizi, trafik kazası, yüksekten düşme, inme gibi birçok kritik durumda kullanılması gereken yerler. Ama maalesef günümüzde muayene için sıra alınmadığı, tetkiklerin hızlı yapıldığı, konsültasyon hizmetlerinin verildiği ve daha da önemlisi 7/24 çalışan birimler olduğu için amacına uygun kullanılmıyor. Biraz önce saydığım hayatı tehdit eden durumda olan hastalar da geliyor ama çalışma zamanımızın çoğunu, poliklinikten sıra alamayan, tetkikleri hızlı çıksın diye başvuran ve şikayetleri acil olmayan hastalar alıyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, geçen yıl ülkemizde acil servislere başvuru sayısı 140 milyon civarında. Ülkemizin nüfusunu göz önünde bulundurursanız her bir vatandaşımız yılda 2 kez acil servise hasta olarak başvurmuş görünüyor. Ben, siz, eşiniz, anneniz, babanız geçen yıl hiç acil servise başvurmadı ise demek ki başkalarının başvuru sayıları 2'den de fazla. Gelişmiş ülkelerde acil servislere başvuru sayıları nüfuslarının yaklaşık %15-20’sini geçmiyorken bu bizde nüfusumuzun 2 katı. Bunda hepimizin sorumluluğu var. Birincisi sağlık sistemimiz koruyucu hekimlikten çok tedavi edici hekimlik üzerine kurulu. Bu, hekimlerimizin pratisyen veya aile hekimi ile uzman hekim sayılarından da belli. Yine gelişmiş ülkelerde toplam hekim sayısının %60-70’ini aile hekimleri yani koruyucu hekimler oluştururken, bizde aynı sayıda uzman hekim var. Aşırı uzmanlaşma hastaları aslında sistemlere, organlara ayırıyor. Herkes sadece kendi branşı ile ilgilendiği, hastanın bir bütün olduğu unutulduğu için hasta kapı kapı doktor geziyor. Bu hem hastalarda mutsuzluk, hem iyileşememe, hem her gidilen yerde tetkik yapılması ile beraber sağlık israfını da beraberinde getiriyor. Sosyoloji bilimi insanı ‘’biyo-psiko-sosyal varlık’’ olarak tanımlar. Biz hekimler hastalarımızın sadece ‘biyo’ kısmı ile ilgilenip hem de aşırı uzmanlaşma ile onu da sistem ve organlara ayırarak tedavi etmeye çalıştığımız için hastalar iyileşemiyor. Aslında sosyal devletin asıl görevi olan vatandaşın ‘psiko’ ve ‘sosyal’ yönünü iyileştirmektir. Aile veya koruyucu hekimlik, vatandaş sağlıklı iken takiplerini düzenli yapsa, bunun için yeterli imkânlara ve uygun sayılara sahip olsa, belki de hastanın ‘biyo’ kısmı bozulmayacak, yani hastalanmayacak…
Acil Tıp denildiğinde aklınıza gelen en önemli 3 kelimeyi bizimle paylaşabilir misiniz?
Bunu üç kelime ile değil de bir cümle ile açıklayayım. Acil servis çalışanları için klişe bir söz var: ‘‘Aklın düşünmediğini, el hissetmez, göz görmez.’’ denir. Aslında 3 kelime de oldu; akıl, el, göz… Bilginiz iyi olacak ki aklınızı hem doğru zamanda hem de hızlı kullanmalısınız. Elinizle dokunmalısınız ki, hem hastaya bir güven vermeli hem de olayın içinde olmalısınız. Gözünüzle de hastayı daha ilk görüşte, belki de hastaya hiç dokunmadan bile, hastanın duruşundan, ifadesinden olası ayırıcı tanılarını aklınızdan geçirebilmelisiniz.
Ülkemizde bu alana gereken önemin verildiğini düşünüyor musunuz?
Bu sorunuzu hangi meslek grubuna sorarsanız sorun, herkes hayır der. İnsanımız nedense hep mutsuzluk ve şikayet üzerine bir yaşam tarzı benimsemiş. Bunda en önemli neden ekonomik sorunlar, çünkü herkes geçim derdinde. Ben sorunuza cevap olarak öncelikle ''EVET'' diyerek başlamak istiyorum. İlk olarak diğer branşlarda olduğu gibi acil servislerde de sağlık hizmeti sunumu profesyoneller tarafından veriliyor. Bakanlığımızın yaklaşık 3 yıl önce yaptığı bir düzenleme ile Acil Tıp Uzmanları çalıştıkları kurumlarda sözleşmeli çalıştıkları için geçmiş dönemlere göre maddi açıdan daha iyi durumdalar, ama hala yeterli değil. Bu ‘yeterli değil’ lafı bir doyumsuzluk değil, yapılan iş ile hak edilen emeğin karşılaştırıldığında ortaya çıkan bir sonuç. Sorunuza ''HAYIR'' diyerek devam ediyorum. Bu profesyonellerin yani Acil Tıp Uzmanları'nın sayısı hala ülkemizde yeterli sayıda değil. Sayı yetersiz, hem de Acil servisler uygunsuz kullanılınca bir Acil Tıp Uzmanı'nın günlük baktığı hasta sayısı 500-600 sayılarına ulaşıyor. Bu hem hizmet kalitesini düşürüyor, hem hastaya gereken zamanın ayrılamamasını hem de tıbbi hata yapma riskini beraberinde getiriyor. Hâlâ birçok hastane yöneticisi ve vatandaş bile Acil Tıp Uzmanlığı'nı bilmiyor. Özellikle sağlık yöneticileri, ‘‘Acil servis hastanenin vitrinidir.’’ der ama nerede problemli bir çalışan varsa ceza olarak acil servise sürgün edilir, nereye kalifiye bir personel ihtiyacı olursa o personel acil servisten alınır. Hastanenin başka bir biriminde aksayan bir iş acil servis üzerinden çözülmeye çalışılır vs. Son günlerde acil servislerde yaşanan şiddet olaylarını gördükçe, aslında bu vitrinin camlarının kırıldığını, çalışanlarının umut ve yaşama sevinçlerinin, mesleki motivasyonlarının kırıldığını görmemek için kör olmak gerekir diye düşünüyorum. Neyse, karamsar cümlelerle daha fazla olumsuz algı yaratmak istemiyorum.
Daha verimli çalışma gerçekleştirebilmek adına düzenlenmesi ya da değiştirilmesi gereken konular neler?
Daha verimli çalışmak adına düzeltilmesi gereken şeyleri gerek bulunduğumuz veya görevlendirildiğimiz ortamlarda şahsen, gerekse meslek derneklerimiz aracılığı ile ilgililere iletiyoruz. Ama ne yazık ki, düzenlemelerin çoğu yine acil servis içinde yapılmaya çalışılıyor. En önemli sorun acil başvurularının çokluğu iken, yapılması
gereken de aile hekimliği veya koruyucu hekimliğin sayı ve sorumluluklarının artırılması, sevk zinciri konulması gibi daha gerçekçi ve uygulanabilir çözümler üretilmesi gerekirken, yöneticiler durumu yine acil servis veya hastane içerisinde çözmeye çalışıyorlar. Özetle havuz problemi gibi, havuzun kapasitesi belli, havuz dolup taşıyor, musluklar açık…
Acil Tıp Uzmanlığı eğitimi almak isteyenlere buradan neler söylemek istersiniz?
Acil Tıp Uzmanlığı isteyenlere en iyi cevap, benim niye seçtiğimi söylemek olur. Hastayı en ihtiyacı olduğu zamanda, bir bütün olarak değerlendirmek, tanı koymak, tedavisinin acil kısmını yapmak ve hastayı hayatta tutmak, uzun süreli hasta takip etmemek istiyorsanız Acil Tıp Uzmanı olmalısınız.
Hastane ortamı dışında hiç acil bir vakaya müdahale etmek zorunda kaldınız mı? Teknik medikal ekipmanların bu tip durumlardaki önemi hakkında ne söylemek istersiniz?
Tabi ki çok karşılaştım. Çok kısa zaman önce, ailece yaz tatili dönüşü önümüzde olan bir trafik kazasındaki yaralılara 112 gelene kadar müdahale etmek zorunda kaldık, eşim de doktor olduğu için kaldık diyorum. Acil Tıp Uzmanlığı eğitimine başladıktan sonra arabamdaki acil çantasını sık gözden geçiririm. Klasik acil çantası yanında birçok malzemem var. Fakat aracında otomatik eksternal defibrilatör taşıyan meslektaşlarım arkadaşlarım olduğunu da biliyorum. Araçlardaki acil çantalarını aracınızın kaskosu gibi düşünün. Çoğu zaman bir işe yaramaz ama bir kaza anında çok işe yarar. Öncelikle acil çantasının araçta olması aracın muayenesi sırasında yasal bir zorunluluk. Ama sadece aracın muayenesi sırasında değil, her zaman araçta olması gerekliliği unutulmamalı. Çantada neler olduğu ve nasıl kullanıldığı da bilinmeli. Şu unutulmamalı, bilmemek, yarım bilgiden her zaman daha güvenlidir. Çünkü ilk yardımda temel 2 kural vardır; birincisi ‘‘kurtarıcının kendi güvenliğini sağlamak’’ her şeyden önce gelir, ikincisi yaralıya ‘‘önce zarar vermemek’’. Her iki temel kural da bilgi ile yapılacak işlerdir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda, son yıllarda da ülkemizdeki eğitim sisteminde ilkokuldan itibaren trafik dersleri veriliyor. Bunlara ilk yardım derslerinin de eklenmesi gerekir. Belki çocuk bedenen yardım yapamaz ama karşılaştığı ve yalnız olduğu bir durumda yardım çağırmayı, 112'yi aramayı bilmelidir.
Acil servislere yönlendirilen vakaların çoğunluğu, ölüm ile yaşam arasındaki çizgide yer alıyor. Müdahale sürecinde saniyelerin dahi önemli olduğunu biliyoruz. Bu durum dikkate alındığında acil tıp ekibine ulaşana kadar yapılması gerekenler konusunda tavsiyeleriniz nelerdir? Ülkemizde ilk yardım konusundaki eksikler nelerdir?
Aslında yukarıdaki cevap ile de ilişkilendirilebilir. Klasik bir söylem var: ‘‘Eğitim şart’’. Özellikle vatandaşlarımız temel yaşam desteği denen ve herkesin bilmesi gereken eğitimleri almalı.
Ülkemizde okullarda özellikle temel yaşam desteği eğitimi almış ve uygulamalı derslerini de tamamlamış, okul nüfusu da göz önünde bulundurularak yeterli sayıda öğretmen veya bir sağlık personelinin istihdam edilmesi gerekir. Bu sadece bir örnek.
Günümüzde birçok diziye konu olan Acil Tıp Uzmanlığı gerçekte nasıl bir meslek?
Günümüzde vatandaş olarak, teknoloji gibi medyayı da iyi kullanamıyoruz. Çocuklar telefon veya bilgisayar başında savaş, ölüm oyunları oynarken, medyada da sürekli şiddet içerikli haberler ve görseller çıkıyor. Aslında farkında olmadan subliminal mesajlar da iletilmiş oluyor. Bunun yanında sorunuza cevap olarak, ülkemizde gösterimde olan birçok dizide hastane, acil mutlaka geçiyor. Hatta acil servis özelinde çekilen diziler var. Biz tıp fakültesinde okurken ve sonrasında asistanlık yaptığımız dönemlerde yabancı bir kanalda, Acil Servis (Emergency Room – ER) diye bir dizi vardı. Dizide hasta, ilaç, tanı, tetkik ile yapılan yorumlar birebir doğruydu. Hatta bildiklerimi tekrar ettiğim, bilmediklerimi oradan duyup ve sonrasında okuyup öğrendiğim zamanlar da oldu. Ama bizim dizilerimizde, tıbbi literatüre ve uygulamaya uygun olmayan söylemler yer alıyor ve insanlar dizilerde gördüklerinden kendisine veya yakınına yapılmasını istiyor, neden yapılmadığını soruyor. Bizler meslek derneklerimiz aracılığı ile bu konularla ilgili yerlere başvurular yapıyoruz. Bu uygunsuz görüntü ve uygulamaların önüne geçilmezse daha büyük sosyal sorunlara yol açacağını düşünüyorum.
Hayat kurtarmak, bir de bunu en hızlı şekilde gerçekleştirmek aynı zamanda da soğukkanlı kalabilmek sizi nasıl etkiliyor?
Hekimlikte hele de bizim meslekte şu çok garip; hiç tanımadığınız veya sizi hiç tanımayan biri, mesleki olarak size en çok ihtiyaç duyduğu anda geliyor ve size kendini bedenen, ruhen teslim ediyor. O anda hasta ve yakınları için tek umut sizsiniz. Almanların meşhur bir sözü var; ‘‘Doktorlar, Tanrı'nın elleridir.’’ derler. Burada anlatmak istediğim aslında, sorumluluğumuz. İşte bu bize bilgi, iletişim, hızlı düşünme ve karar verme, empati kurma gibi birçok davranışı aynı anda ve doğru kullanma sorumluluğunu yüklüyor. Meslek hayatımızın günlük sosyal hayatımıza yansıyan yönü, tez canlılık ve soğukkanlılık… Sosyal hayatımızı iyi düzenlersek genellikle bir sıkıntı olmuyor. Ama iş yoğunluğunun üzerine aile, arkadaş gibi sosyal hayatınızın parçalarında da bir düzeniniz yoksa çok çabuk tükenmişlik sendromuna girilebiliyor. Alkol – uyuşturucu tüketimi, madde bağımlılığı, boşanma gibi olaylar sık görülmeye başlıyor. Ama bunlar sadece bizim mesleğe özgü değil, her meslek için geçerli, fakat bizim riskimiz yüksek.
Ülkemizde “Defibrilatör” kelimesi sorulduğunda çoğu insana hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Ancak yurt dışında birçok ülkede hastane harici tüm kurumlarda, AVM, metro istasyonları, havaalanları gibi halka açık yerlerde otomatik eksternal defibrilatör bulundurma zorunluluğu var. Ülkemizde bu konuyla ilgili ne gibi düzenlemeler yapılabilir? Ayrıca halkın bu konuda bilinçlendirilmesi için neler yapılmalı?
Günlük yaşam dilimizde kullandığımız birçok kelime yabancı. Biz de defibrilatör yerine ‘‘şok cihazı’’ deriz, bu sorun değil. Ama özellikle toplu yaşam alanları, okul, alışveriş merkezi, spor salonları, havaalanları, tren garları gibi yerlerde otomatik eksternal defibrilatörler konulmalı. Bunların uygulamalı eğitimleri verilmeli. Ama
verilen eğitimin uygulamalı kısmını da hayata geçirmek gerekir. Bizler de meslek derneklerimiz aracılığıyla bu eğitimleri veriyoruz. Son günlerde sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla İngiltere’de ilk yardım eğitimleri anaokulu düzeyinde veriliyor. Hatta teknolojinin de gelişmesi ve yaygınlaşması ile birlikte, yurt dışında 911 arandıktan sonra olay yerine ambulans ekibi ulaşana kadar dronelarla otomatik eksternal defibrilatörler gönderiliyor, üzerindeki kamera yardımı ile hem olay yeri inceleniyor, hem de kurtarıcıya direktifler verilerek hastanın hayatta kalmasına yardımcı olunuyor.
Kendinizi tanıtırken çalıştığınız kurumda Simülasyon Laboratuvarı kurduğunuzu söylemiştiniz. Konuşmaya başlamadan önce de hep birlikte laboratuvarınızı gezdik. Tıp eğitiminde simülasyon uygulamalarının öneminden bahseder misiniz?
Teknolojik gelişmelerle birlikte sağlık personeli eğitiminde yeni öğrenme araçlarının kullanımı arttı. Bu gelişmeler, sağlık personeli eğitiminde becerilerin artırılmasında yaygın olarak kullanılan, güvenilir eğitim yöntemi olan simülasyon uygulamalarının yaygınlaşmasına olanak sağladı. Bu nedenle, öğrencilerimizin
öğrenme sürecine aktif olarak katılımını sağlayan, hasta bakımını tecrübe edebilecekleri teknik ekipman ve donanımın olduğu ve simülasyon eğitiminin verildiği laboratuvar ortamlarının oluşturulması artık kaçınılmaz bir gerçek.
Biz bu amaçla Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlık ve Amfiler binasında 2017 yılı Mart ayında simülasyon laboratuvarımızı açtık. Laboratuvarımız; basit ve orta düzey maketler ve ileri düzey simülasyon mankenlerine sahiptir. Yaklaşık 10 m2’lik poliklinik şartlarında düzenlenmiş 5 oda, debrifing salonu, yataklı servis, kontrol merkezi, depo ve sekretarya odalarından oluşmaktadır. Odalar; yataklı servis ve debrifing salonu kamera, hoparlör ve mikrofon altyapısına sahip olduğundan yapılandırılmış klinik sınav yapmaya da uygundur.
Simülasyon Laboratuvarımız; Dönem I öğrencilerimiz için Klinik Beceri Uygulamaları, Acil Tıp, İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Anesteziyoloji ve Reanimasyon, Genel Cerrahi, Kadın Hastalıkları ve Doğum klinikleri tarafından Dönem IV ve Dönem V staj programları kapsamında aktif olarak kullanılmaktadır. Ayrıca mezuniyet sonrası uzmanlık eğitim programlarında da kullanıyoruz.
Günümüz şartlarında hekimlerin mesleki hekimlik sigortası yaptırması zorunluluğu ve hastalara yapılacak uygulamalar için onay alınması nedeniyle eğitimde artık öğrenciyi hastaya birebir dokundurarak öğretme dönemi kısıtlandı maalesef. Bu da, gerçek hastaya yakın yüksek teknolojik maketlerle yapılmaya başlandı. Ülkemizde özel ve vakıf üniversitelerinde yapılmaya başlanan simülasyon laboratuvarları artık devlet üniversitelerinde de yaygınlaşmaya başlıyor.
Hem YÖK kalite standartlarını sağlama kapsamında hem de akreditasyon açısından bir tıp fakültesinde simülasyon laboratuvarının olması gerektiğini düşünüyorum. Simülasyon laboratuvarında yapılan uygulamaların öğrenmeyi hızlandırdığı, öğrenciler için güvenli bir ortam oluşturduğu, gerçek uygulama sırasında oluşabilecek anksiyeteyi azalttığı, beceri, karar verme, değerlendirme, takım çalışması ve iletişim becerilerinin geliştirilmesine de katkılar sağladığı bir gerçektir.